Cezaevleri, yalnızca suçluların cezalarını infaz ettiği yapılar değil, aynı zamanda devletin insan haklarına bakışını yansıtan aynalardır. Modern infaz hukukuna göre cezaevleri, hükümlülerin topluma yeniden kazandırılmasını, bir daha suç işlemelerini önlemeyi ve onlara sorumluluk bilinci aşılamayı amaçlayan kurumlardır. Ancak bu amacın yerine getirilebilmesi için cezaevlerinde insan onuruna uygun koşulların sağlanması gerekmekte olup, bu husus ulusal ve uluslararası hukuk tarafından öngörülen bir sorumluluktur.
Türkiye’de ve dünyada cezaevlerine yönelik en önemli tartışma konularından biri, insan hakları ihlalleridir. Gerek ulusal raporlar, gerekse uluslararası yargı kararları, Türkiye’de cezaevi koşullarının çoğu zaman bu asgari standartları karşılamadığını göstermektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (“AİHM”) Türkiye hakkında verdiği çok sayıda ihlal kararı da, bu sorunun boyutlarını göz önüne sermektedir.
Cezaevlerinde İnsan Hakları: Mevcut Sorunlar ve Çözüm Önerileri
Cezaevinde bulunmak, kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması anlamına gelir; fakat bu, onun insan onurunun yok sayılması anlamına gelmemektedir. Anayasa’nın 17. maddesi açıkça, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağını düzenlemektedir. Aynı şekilde 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 2. maddesi de, cezanın infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamayacağı belirtilmektedir.
Bununla birlikte, Türkiye’de cezaevlerinde sıkça gündeme gelen sorunlar şunlardır;
- Aşırı kalabalık ve kapasite sorunu: Avrupa Konseyi’nin yıllık hapishane istatistiklerinde Türkiye, nüfus oranına göre en yüksek tutuklu ve hükümlü sayısına sahip ülkelerden biridir. Koğuşların kapasitesinin üzerinde mahkum barındırılması, hem yaşam alanlarını daraltmakta hem de sağlık risklerini artırmaktadır. Kapasite fazlalığı, barınma koşullarını, hijyeni, sağlık hizmetlerine erişimi ve mahremiyet hakkını da doğrudan etkilemektedir.
- Fiziki koşulların yetersizliği: Işık, havalandırma, ısıtma gibi temel fiziki koşullar uluslararası standartların altında kalmaktadır. Özellikle uzun süre kapalı ortamda tutulan hükümlülerin açık havaya erişiminin sınırlı olması, insan onuruna aykırı kapsamda değerlendirilebilmektedir.
- Sağlık hizmetlerine erişim: Hükümlülerin düzenli muayene ve tedavi haklarının çoğu kez aksaması ciddi bir sorun yaratmaktadır. Ağır hastalıkların tedavisinde gecikmeler, AİHM kararlarında da ihlal sebebi sayılmaktadır.
- Kötü muamele ve disiplin uygulamaları: Anayasa’nın 17. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (“AİHS”) 3. maddesi, kötü muameleyi mutlak biçimde yasaklamaktadır. Buna rağmen, sivil toplum raporları ve Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurularda; aşırı kalabalık, hijyen eksikliği, yetersiz beslenme, havalandırma ve sağlık hizmetlerindeki yetersizliklerin kötü muamele yasağı kapsamında sorun oluşturduğunu göstermektedir. Cezaevi personellerinin orantısız güç kullanımı ya da disiplin cezalarının keyfi biçimde uygulanması da bu tabloyu ağırlaştırmaktadır.
Çözüm önerileri açısından:
- Hem idari hem de yargısal denetim mekanizmalarının etkin bir şekilde işlemesi gerekmektedir. Özellikle infaz hakimliklerinin cezaevi koşullarını yerinde denetlemesi ve şikayetlere hızlı şekilde çözüm üretmesi, hak ihlallerinin önüne geçmede kritik rol oynamaktadır.
- Alternatif yaptırımların (denetimli serbestlik, elektronik kelepçe, adli para cezası gibi) daha yaygın şekilde uygulanması, cezaevi nüfusunu azaltarak kalabalıklaşmanın önüne geçebilir.
- Cezaevlerinde insan onuruna uygun yaşam koşullarının asgari standartlarını belirleyen uluslararası belgelerin, özellikle Avrupa Cezaevi Kuralları (European Prison Rules) ve Nelson Mandela standartlarının ulusal mevzuatta daha güçlü şekilde uygulanması, kalıcı çözümler için elzemdir.
AİHM Kararları Işığında Türkiye’de Cezaevi Koşulları ve AİHS Madde 3 İhlalleri
AİHS madde 3, işkence ve kötü muamele yasağını düzenlemektedir. Bu maddeye göre hiç kimse, işkenceye veya insanlık dışı, onur kırıcı muameleye maruz bırakılamaz. AİHM içtihatlarında, yalnızca fiziksel şiddet değil, cezaevinde insana yakışmayan koşullar da bu madde kapsamında ihlal olarak değerlendirilmiştir.
Bu bağlamda, AİHM’in Türkiye’ye ilişkin verdiği önemli kararlar, aşağıda yer verilen başlıklar altında incelenebilecektir;
1. Aşırı Kalabalık, Metrekare ve Asgari Yaşam Alanı
AİHM’in yerleşik içtihatlarına göre, cezaevinde kişi başına düşen yaşam alanı 3 m²’nin altına düşüyorsa, bu durum AİHS madde 3 ihlali yönünde kuvvetli karine teşkil etmektedir. Devlet bu durumda ancak olağanüstü koşulları kanıtlayarak bu karineyi çürütebilmektedir. AİHM tarafından verilen birçok, bu standart tekrar edilmiştir.
- İlerde ve Diğerleri v. Türkiye: Başvurucuların tutulma koşulları incelenmiş ve 10 başvurucudan 8’i yönünden AİHS madde 3 kapsamında ihlal kararı verilmiştir. Mahkeme, çok kişilik koğuşlarda kişi başına düşen alanın 3 m²’nin altına inmesi halinde, bu durumun tek başına insanlık dışı muamele yasağının ihlali sonucunu doğurduğunu vurgulamıştır. Bu sınırın altındaki kalabalık koşulların uzun süre devam etmesinin, tuvalet ve ortak alan kullanımında ciddi kısıtlamalar yarattığı ve onur kırıcı bir muameleye yol açtığı belirtilmiştir. Buna karşılık, kişi başına 3-4 m² aralığında alanın sağlandığı ve açık havaya sürekli erişimin bulunduğu durumlarda ihlal tespit edilmemiştir.
2. Ağır Hastalık, Engellilik ve Sağlık Hizmetlerine Erişim
AİHM, cezaevinde ağır hastalığı bulunan kişilerin uygun tıbbi bakım ve tedaviye erişememesi halinde, bu durumun AİHS madde 3 kapsamında insanlık dışı ve onur kırıcı muamele yasağının ihlali olduğunu defalarca vurgulamıştır. Bu bağlamda yalnızca tedaviye erişimin sağlanması değil, aynı zamanda tedavinin zamanında, yeterli ve uygun koşullarda yapılması da devletin sorumluluğu altındadır.
- Gülay Çetin v. Türkiye: Başvurucu, ileri evre mide kanseri teşhisi konulmasına rağmen tutuklu statüsünde bulunduğu için cezaevinde tutulmaya devam etmiştir. Hükümlüler için öngörülen sağlık sebebiyle infazın ertelenmesi imkanı tutuklulara tanınmadığından, başvurucunun ağır hastalığına rağmen tahliyesi sağlanmamıştır. Hükmün kesinleşmesinden sonra başlatılan süreçte ise, Adli Tıp Kurumu raporunun alınmasındaki gecikmeler ve mevzuatın şekilci uygulanışı nedeniyle başvurucu, yaşamının son dönemini insan onuruna uygun koşullarda geçirme olanağından mahrum bırakılmıştır. AİHM, bu durumun AİHS madde 3 kapsamında insanlık dışı ve onur kırıcı muamele teşkil ettiğine; ayrıca hükümlü ve tutuklular arasında farklı muamele yapılmasının haklı bir gerekçeye dayanmadığı gerekçesiyle madde 14 (ayrımcılık yasağı) bakımından da ihlale yol açtığına hükmetmiştir.
İnfazın ertelenmesi ile ilgili ayrıntılı bilgi edinmek için, web sitemizde yayınladığımız “İnfaz Erteleme Nedir? Hastalık, Gebelik ve Diğer Sebepler” başlıklı makalemizi inceleyebilirsiniz.
- Fikret Bayram v. Türkiye: Başvurucu, %92 oranında engelli olup tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kalan bir hükümlüdür. Batman M Tipi Cezaevi’nde üst katta tutulması nedeniyle tuvalet ve banyoya erişebilmek için koğuş arkadaşlarının yardımına muhtaç kalmış, bu süreç yaklaşık 17 ay devam etmiştir. AİHM, başvurucunun kendi başına temel ihtiyaçlarını karşılamasının fiilen imkansız hale geldiğini ve bu koşulların insan onurunu zedelediğini belirterek AİHS madde 3’ün ihlal edildiğine karar vermiştir. Buna karşılık, Diyarbakır Cezaevi’nde zemin katta, engelli koşullarına daha uygun bir ortamda tutulduğu dönemde başvurucunun asgari standartlarının sağlandığını tespit eden Mahkeme, bu kısım yönünden ihlal olmadığı sonucuna ulaşmıştır.
3. Tecrit ve Yalnızlaştırma Uygulamaları
Yerleşik içtihatlarında AİHM, tecrit uygulamalarının AİHS madde 3 bakımından değerlendirilmesinde; sürenin uzunluğu, hücrenin fiziki koşulları (ışık, temizlik, metrekare, havalandırma gibi), açık havaya çıkma imkanı, sosyal etkileşim ve idari-yargısal denetim güvenceleri gibi unsurları birlikte değerlendirmektedir.
- X v. Türkiye: Başvurucu, cinsel yönelimi gerekçe gösterilerek Buca Cezaevi’nde tek kişilik bir hücreye yerleştirilmiştir. Yaklaşık 7 m² büyüklüğünde bu hücrede yetersiz aydınlatma, hijyen sorunları ve fare istilası bulunmakta; ayrıca lavabo bulunmaması, hijyen şartlarını daha da olumsuz hale getirmiştir. Başvurucu, 8 aydan uzun bir süre boyunca açık havaya çıkarılmaksızın ve diğer hükümlülerle herhangi bir sosyal etkileşim imkanı tanınmaksızın bu koşullar altında tutulmuştur. AİHM, bu koşulların başvurucunun hem fiziksel hem de ruhsal bütünlüğünü ciddi biçimde zedelediğini ve insan onurunu ihlal ettiğini belirterek AİHS madde 3’ün ihlal edildiğine karar vermiştir. Ayrıca, başvurucunun yalnızca cinsel yönelimi nedeniyle bu koşullara tabi tutulduğundan bahisle, madde 14 (ayrımcılık yasağı) bakımından da ihlalin bulunduğunu belirtmiştir.
Hükümlü Sağlığı ve Cezaevi Koşulları
Cezaevinde bulunmak, özgürlüğün kısıtlanması yanında belirli ölçüde yaşam koşullarının da sınırlanmasını doğal olarak beraberinde getirir. Ancak bu sınırlamanın, insan onuruna aykırı bir noktaya varmasının AİHS madde 3 kapsamında ihlal teşkil edeceğini belirtmiştik. AİHM’in Kudla v. Poland kararında da belirttiği üzere, devletin hükümlünün özgürlüğünü kısıtlarken, aynı zamanda onun bedensel ve ruhsal sağlığını koruma yönünde pozitif yükümlülük altına da girmektedir.
Sağlık Hizmetlerine Erişimde Eşitlik
Ceza infaz kurumlarında bulunan kişilerin, toplumdaki diğer bireylerle aynı düzeyde sağlık hizmetine erişim hakkına sahip oldukları kabul edilmektedir. Anayasal çerçevede devlet, yaşam hakkını ve insan onuruna saygıyı korumakla yükümlüdür. Ancak uygulamada bu hakların hayata geçirilmesinde ciddi aksaklıklar yaşanmaktadır. Özellikle uzman hekimlere erişimde güçlükler, ilaç teminindeki gecikmeler ve acil müdahalelere yetersizlik, sağlık hakkının fiilen ihlal edilmesine yol açabilmektedir.
Mevzuatta Öngörülen Koruma Mekanizmaları
Hükümlülerin sağlığını korumaya yönelik mekanizmalar yalnızca infazın ertelenmesiyle sınırlı değildir. Ceza infaz kurumları bünyesinde revir ve hastane hizmetleri öngörülmüş, ayrıca hastanelere yakın kurumlara nakil imkanı tanınmıştır. Ancak pratikte bu mekanizmalar çoğu zaman Adli Tıp Kurumu raporlarına bağımlılık ve ağır işleyen bürokratik süreçler nedeniyle etkisiz kalmakta; mevzuatta tanınan güvenceler uygulamada karşılığını bulmamaktadır.
Fiziksel Koşulların Sağlık Üzerindeki Etkisi
Öte yandan, yalnızca tıbbi bakım sağlanması hükümlü sağlığı açısından yeterli değildir. Koğuşların kalabalık olması, gerekli hijyen standartlarının sağlanmaması, temiz hava ve yeterli dolaşım alanının bulunmaması gibi durumlar, hükümlülerin mevcut hastalıklarının seyrini doğrudan olumsuz etkilemektedir. Örneğin solunum rahatsızlığı olan bir kişinin havasız ve kalabalık bir ortamda tutulması, yalnızca sağlığını kötüleştirmekle kalmayacak, yaşamanı da tehdit edecektir.
Sonuç itibariyle, mevzuatta sağlık temelli koruma mekanizmaları öngörülmüş olsa da, uygulama ile mevzuat arasındaki mesafe ve fark dikkat çekicidir. Bu nedenle “hükümlü sağlığı” kavramı yalnızca tedaviye erişim olarak değil, aynı zamanda insani yaşam koşullarını sağlanmasıyla birlikte değerlendirilmelidir.
Sonuç ve Değerlendirme
Cezaevleri, yalnızca özgürlüğün sınırlandığı yerler değil, aynı zamanda devletin insan haklarına bağlılığının en somut biçimde test edildiği kurumlardır. Anayasa, 5275 sayılı Kanun ve uluslararası belgeler; insan onuruna saygıyı, ayrımcılık yasağını ve sağlık hakkına erişimi açıkça güvence altına almasına rağmen, uygulamada bu güvenceler çoğu kez kağıt üzerinde kalkmaktadır.
AİHM kararlarının da ortaya koyduğu üzere, aşırı kalabalık, yetersiz fiziki koşullar, sağlık hizmetlerine erişimdeki gecikmeler ve keyfi disiplin uygulamaları; AİHS madde 3 kapsamında kötü muamele yasağını ihlal eden ciddi yapısal sorunlar yaratmaktadır. Bu sorunların giderilmesi, yalnızca bireysel ihlalleri önlemek için değil, aynı zamanda infaz hukukunun temel amacı olan hükümlülerin topluma yeniden kazandırılması için de zorunludur.
Dolayısıyla, Türkiye’nin önünde iki yönlü bir sorumluluk bulunmaktadır. Bir yandan mevzuatta yer alan güvencelerin etkin uygulanmasını sağlayarak insan onuruna aykırı muameleleri ortadan kaldırmak, diğer yandan da uluslararası standartlara uygun cezaevi koşullarını tesis ederek hem iç hukukta hem de AİHM nezdinde ihlallerin tekrarını önlemek.
Son tahlilde, cezaevlerinde insan onuruna yaraşır koşulların sağlanması, yalnızca hükümlülerin değil, aynı zamanda toplumun hukuk devleti ilkesine olan inancını da güçlendirmesi anlamına gelecektir.
