Devletin İşlemlerinde Başvuru Yolları ve Sürelerinin Gösterilmesi Yükümlülüğü: Anayasal Güvence, Yargı İçtihatları ve Uygulamalar

Devletin İşlemlerinde Başvuru Yolları ve Sürelerinin Gösterilmesi Yükümlülüğü: Anayasal Güvence, Yargı İçtihatları ve Uygulamalar

 

  1. Anayasa’nın 40/2. Maddesinin Amacı ve Niteliği

2001 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle; birey ve idare arasındaki bilgi ve güç dengesizliğinin giderilmesi, hukuki öngörülebilirlik ve güvenlik ilkelerinin gereklerinin yerine getirilmesi ve etkin şekilde hak arama hürriyetinin kullanılabilmesi amaçlarıyla 1982 Anayasası’nın 40. Maddesine ikinci bir fıkra eklenmiştir. “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” ifadesiyle, kanun yolu ve sürelere ilişkin bilgilendirme yükümlülüğünü doğrudan Anayasal bir kural haline getirmiştir.

Bu düzenleme ile devlet erklerine yani yasama, yürütme ve yargı erklerinin her birine yani “devlete yüklenen pozitif bir yükümlülük” olarak kabul edilmiş. Devlet, bireylerin hangi yollarla haklarını arayabileceğini söylemeden onlardan bu yolları doğru kullanmalarını bekleyemez.

 

  1. Hak Arama Hürriyetine Etkisi ve Mahkemeye Erişim Hakkı

Anayasa Mahkemesi, hak arama özgürlüğünü yorumlarken, başvuru yolları ve sürelerinin açıkça gösterilmemesini bir hak ihlali olarak değerlendirmektedir. Mahkeme, özellikle şu hususlara dikkat çekmektedir:

  • Mahkemeye erişim hakkı, bilgilendirme yükümlülüğü ile tamamlayıcıdır.
  • Devlet, bir hakkın kullanılabilmesi için gerekli araçları sunmadığında, o hakkın varlığı da anlamsız hale gelir.
  • Usul kurallarına uyulmaması, ancak bireyin bu kurallar hakkında bilgi sahibi olabileceği makul yollar varsa birey aleyhine sonuç doğurabilir.

Bu bağlamda 40/2. madde, sadece şekli değil, işlevsel bir hak koruma mekanizmasıdır.

 

Elbette Anayasa’nın yasama, yürütme ve yargı üzerindeki bağlayıcılığı göz önüne alındığında, anayasal bir pozitif yükümlülük olan devletin vermiş olduğu kararlarda nereye, ne şekilde, hangi sürede itiraz edebileceğinin bildirilmesi gerekmektedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi durumunda esnek davranarak başvurucunun hakları korunmalıdır. Ancak her durumda kararların kesinleşmediğini ve muhataba yapılan tebligatın süreyi başlatmayacağını savunmak da güçtür. Usul hükümlerinin ortadan kaldırılması sonucunu doğuracak şekilde esnek davranılması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da ifade edilmektedir.2 (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).

Ne var ki, mahkemelerin bu süreleri açıkça hukuka aykırı şekilde uygulaması ya da yanlış hesaplaması sebebiyle kişilerin dava ya da kanun yolu hakkını kullanamaması halinde, bu durum Anayasa’nın 36. ve 40. maddeleri ile güvence altına alınan hak arama özgürlüğünü zedelemekte ve mahkemeye erişim hakkının ihlaline yol açmaktadır. Bu yaklaşım, yalnızca Anayasa Mahkemesi içtihadında değil, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarında da kabul edilmiştir. Nitekim Osu/İtalya (B. No: 36534/97, 11/07/2002, §§ 36-40) kararında, başvurucunun mahkeme tarafından belirtilen sürelere güvenerek hareket etmesinin makul olduğu, sürenin yanlış bildirilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının zedelendiği ifade edilmiştir. Anayasa Mahkemesi; süreler bakımından genel kuraldan ayrıksı kanuni düzenlemelerin bulunduğu durumlarda kararın gerekçesinde belirtilen sürenin yanlış olması ve bu hataya güvenerek başvuruda bulunan bireyin dilekçesinin süre yönünden reddedilmesini, “aşırı şekilcilik” olarak değerlendirmiş ve mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir. (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 40).

ÖZEL HUKUKTA UYGULAMA

Ancak gerek ceza gerekse hukuk yargılamasında, mahkemelerin kararlarında bu bilgilere ya hiç yer vermemesi ya da yanlış göstermesi, bireylerin kanun yoluna başvuru haklarını kullanamamalarına ve böylece mahkemeye erişim haklarının ihlaline yol açmaktadır. Özellikle mahkeme tarafından sürenin yanlış belirtilmesi hâlinde, bu yanılgıya düşen tarafın, objektif olarak güvenilir bir bilgiye yani mahkemenin vermiş olduğu hatalı bilgiye dayanarak hareket ettiği kabul edilmelidir. Kanun yolunun kararda belirtilmemesi  durumunda istinaf/temyiz süresinin başlamayacağı kabul görürken, hükümdeki sürenin yanlış yazılması sebebiyle süresinden sonra yapılan başvuruların hükümde gösterilen süre içerisinde kalmak koşuluyla incelenmektedir.

Anayasa Mahkemesi hatalı bilgilendirme sonucu başvurucunun hak kaybına uğramasının, orantısız bir külfet oluşturduğu ve müdahalenin ölçüsüz olduğunu değerlendirmektedir. Burada mahkmeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediğini, Anayasa’nın 13. Maddesine uygunluğu bakımından inceleyerek sonuca ulaşmıştır.  (S.S. DORUK KENT 91 KONUT YAPI KOOPERATİFİ [1.B.], B. No: 2018/8293, 8/12/2022, § …)

Hukuk yargılamasında da tıpkı ceza yargılamasında olduğu gibi, taraflara verilen kararların kanun yolu, süresi ve merci bilgilerini içerecek şekilde usulüne uygun olarak tebliğ edilmesi gereklidir. Anayasa m. 40/2 ile HMK m. 297/ç ve 302/1 hükümleri gereğince, mahkeme kararlarının hak arama özgürlüğünü zedelemeyecek açıklıkta olması zorunludur. Nitekim Yargıtay’ın ilgili kararında, hatalı olarak “kesin” olduğu belirtilen kararın tebliğ edilmesinden sonra yapılan “yargılamanın iadesi” başvurusu, özünde bir olağan bir kanun yolu olarak yani istinaf başvurusu olarak değerlendirilmiştir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 2024/9549 E., 2024/14578 K., 06.11.2024 tarihli İlamı: “İlk Derece Mahkemesince hatalı şekilde kesin olduğunu belirttiği karar davacıya 21.12.2016 tarihinde tebliğ edilmiş olup söz konusu karara ilişkin olarak davacının 23.12.2016 tarihli yargılamanın iadesi istemi, süresinde yapılmış istinaf başvurusu olarak değerlendirilmeli ve kararın olağan kanun yolu denetimi kapsamında incelenmesi sağlanmalıdır.”

CEZA HUKUKUNDA UYGULAMA

Ceza yargılamasında hükme karşı başvuru yolları ve sürelerinin doğru ve eksiksiz biçimde bildirilmesi, hem sanığın savunma hakkının hem de mahkemeye erişim hakkının bir gereğidir. Anayasa’nın 40/2. maddesi ile CMK m. 34/2, 232/6 ve 291/1 hükümleri uyarınca, önemli usul kurallarının açık ve doğru bir şekilde gösterilmemesi durumunda, sanığın yanıltılması ihtimali doğar ve bu durumda tebligatın hukuki sonuç doğurması mümkün değildir. Kararda temyiz süresinin yanlış belirtilmesi ya da başvuru mercii ve usulünün gösterilmemesi, sanığın başvuru hakkını fiilen kullanmasını engelleyebilir. Bu sebeple, eksik veya hatalı bildirim içeren tebliğler geçerli sayılmamalıdır. Sanığın yanıltıldığı veya bilgilendirilmediği durumlarda süresinde başvuru yapılmamış olsa dahi, hak arama özgürlüğü lehine yorum ön plana çıkmakta ve usul kurallarının amaca uygun şekilde uygulanması gerektiği vurgulanmaktadır.

  1. İDARE HUKUKUNDA UYGULAMA

İdari işlemlere karşı hangi kanun yollarına başvurulabileceği ve bu başvuru için öngörülen sürelerin açıkça belirtilmesi, hukuk güvenliği ilkesinin ve mahkemeye erişim hakkını güvence altına almaktadır.

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun (17/09/2014 tarihli ve E.2014/613, K.2014/791 sayılı ile 12/11/2014 tarihli ve E.2014/812, K.2014/928 sayılı) kararları da bu zorunluluğun, yasama, yürütme ve yargı organlarıyla birlikte idare makamlarını ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarını da kapsadığını teyit etmektedir. Aynı şekilde, Danıştay 4. Dairesinin 13/11/2006 tarihli (E.2005/2134, K.2006/2156) kararında, özel yasaların dava açma süreleri ne kadar kısa olursa olsun, ödeme emrinde başvuru yeri ve süresine ilişkin açık bilginin eksikliği halinde, sürenin işlemeye başlamayacağına karar verilmiştir.

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 17/09/2014 tarihli ve E.2014/613, K.2014/791 sayılı Kararı “Başvuru veya “Dava açma” süresi gösterilmeyen ödeme emrine ilişkin yazılı bildirim süreyi başlatmayacağı için davanın süresinde açılmadığından söz edilemeyeceğinden, ödeme emrine karşı açılan davanın süreaşımı nedeniyle reddine ilişkin ısrar kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.”

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunun 12/11/2014 tarihli ve E.2014/812, K.2014/928 sayılı Karar “Devletin bir kurumu olan gümrük idaresinin de kurduğu idari işlemlerde; işleme karşı başvurulacak kanun yolunu, idari mercii ve başvuru süresini göstermesi gerekmekte olup, bu gereklilik, ilgili makamların takdirinde olmayıp, en üst hukuki norm olan Anayasanın bağlayıcılığının zorunlu bir sonucudur. Mahkemece, 30 günlük genel dava açma süresinde açılan davanın süresinde olduğu kabul edilmiş ise de başvuru mercii ve süresi gösterilmeyen ödeme emirlerine ilişkin yazılı bildirim süreyi başlatmayacağı için davanın süresinde açılmadığından söz edilemez.”

Her ne kadar Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu tarafından yapılan değerlendirmede dava açma süresinin başlamayacağı ifade edilse de Danıştay İdari Dava Daireleri verdikleri kararlarda idare hukukunda sürelerin kamu düzeninden olduğu gerekçesiyle her halükârda genel dava süresi olan 30 gün içerisinde açılmayan davaların süre aşımı sebebiyle reddine karar vermektedir.

  1. Sonuç ve Değerlendirme

Anayasa’nın 40. maddesi, bireyin idare karşısında korunmasını sağlayan en önemli güvencelerden biridir. Bu hükmün lafzı ve amacı, idarenin aktif bir rol üstlenmesini zorunlu kılar. Mahkemelerin de birey aleyhine dar yorumlardan kaçınarak, özellikle başvuru yollarının bildirilmediği durumlarda şekilcilikten uzak davranılmalı ve somut olayın özelliklerine göre mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılmasının ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir. Ancak bu değerlendirme sonucunda kanuni sürelerin varlığı anlamsız hale getirilmemeli hukuki belirlilik ve istikrar da sağlanmalıdır.